Yıllardır Prag’a gitmek istemişimdir ama bir türlü fırsatım olmamıştı, kısmet eşim ve Tuna ile birlikte gitmekmiş. Farklı ülkeleri, kültürleri ve tatları görmeye bayılan bir çift olarak Prag maceramız Tuna ile daha da heyecan dolu oldu. 🙂 Çevremizdeki bir çok kişi 9 aylık bebekle hem de Şubat ayında Prag mı, soğuk olmaz mı, bebek hastalanmasın tadında birbirinden şahane sorular yöneltse de biz valizimizi topladık ve koyulduk yola.
İlk durağımız İstanbul-Prag seferi yapan THY uçuşu. Sanırım anne-babaları en çok korkutan bu kısım. Bebek ile uçak seyahati yapmak… Ne yalan söyleyeyim ben bu konuda oldukça rahat bir anneyim. Yolculuk boyunca birbirinden farklı oyunlar oynayarak, gülerek, biraz uyuyarak uçak seyahatimizi tamamlıyoruz. Bu yolculukta ben yemek yiyip, dergi okuyup üstüne Steve Jobs’un filmini dahi izledim 🙂 Yan koltukta oturan yolcu şaşkınlık içinde yüzüme bakıp bakıp durdu… Uçaktan iner inmez valizimizi ve çocuk arabamızı aldık ve babamız ile buluştuk. Bebekle seyahat ederken bence en önemli olan konulardan biri tüm eşyalarınızın bir valize sığması ve o valizin kolay taşınabilir olması. Zaten bebeğin acil ihtiyaçları için yanınızda ufak bir çantanız oluyor. Babamızla buluştuktan sonra yarım saat içinde otelimize ulaştık, hemen odamıza yerleştik ve kendimizi yollara attık.
Öncelikle şehrin merkezine yani “Old Town” dedikleri bölgeye doğru yürümeye başladık. Meydan o kadar büyüleyiciydi ki bir sağa bir sola 15 dakika boyunca baktım sanırım. İlk dikkatinizi çeken “Astronomik Saat”oldu, muhteşem bir mimarisi ile sizi büyülüyor. Bir diğer önemli yapı ise “St. Nicholes Kilisesi”. Genelde seyahatlerimiz boyunca kiliselerin mimarisi ve mistik yapısı dikkatimi çekmiştir. St. Nicholas kilisesi de hafızamda güzel bir yer edindi. Eski Şehrin sokaklarında gezerken karnımız acıktı ve “Meet Burger” adında güzel bir restorana adımımızı attık.
Hem görsel güzelliği hem de lezzetli yemekleri olan ülke bulmak zordur ama Prag bu ikiliyi birlikte sunabilen ender şehirlerden biri. En çok yememizi önerdikleri ördek , tavşan ve kendilerinin özel hazırladığı patates, kıyma ve birbirinden değişik baharatlardan yapılmış ve ekmek içerisinde servis edilen “Qulash” adını verdikleri çorba. Prag ayrıca biraları ile çok meşhur bir yer, o kadar meşhur ki bira sudan bile ucuz 🙂 ve tabi ki biz bu tatların hepsini deneyimledik. İlk günümüzü kısa bir şehir turu ve akşam yemeği ile mutlu mesut tamamladık ve ertesi gün enerji toplamak için otelimize döndük.
İlk gün otelimizde kahvaltımızı yaptıktan sonra bir gün önce belirlediğimiz rotamıza doğru ilerlemeye başladık. En çok beğendiğim şeylerden biri rehberler oldu. Şehrin belli bölgelerinde bekliyorlar ve yürüyüş turları düzenleyerek sizi gezdiriyorlar. Biz de onlardan birine katıldık. Turumuz yaklaşık 2.5 saat sürdü ve “Old Town” bölgesini “Municipal House’dan Yahudi bölgesine, opera binasından Franz Kafka’nın heykelinin olduğu tüm bölgeyi yürüyerek tamamladık. Rehberler bahşiş usulü çalıştığı için daha da bir hoşumuza gitti bu tur açıkçası. Kendimiz şehri biraz daha gezdikten sonra Prag’a kadar gelip de dükkanlara bakmadan dönmek olmazdı dedik 🙂 Kristal cam zengini bir ülke olduğunu dükkanların camlarına bakınca çok net anlıyorsunuz zaten ünlü marka “Swarovski” de Prag da üretiliyor. Benim en çok dikkatimi çeken kuklalar oldu, ancak o kadar modelin içinden seçemediğim için alamadım. Bir diğer dükkan ise “Manufaktura” adını verdikleri bakım ürünleri satan dükkan. Tüm ürünleri harika görünüyordu ancak ben denemek amaçlı kremlerinden aldım ve gerçekten muhteşem diyebilirim.
Yorgun bir günü geride bırakmadan önce tatlılarından bahsetmeden geçemeyeceğim. Tur rehberimiz Bianca’nın bize önerdiği “Bakeshop” kesinlikle uğranılması gereken bir yer. Kahvesi ve tatlıları o kadar lezzetti ki kendimizi dışarı zor atabildik. Bir diğer geleneksel tatlıları ise şekerli halka hamur, özel bir ismi var ama hatırlaması ve söylemesi zor 🙂 hemen hemen her sokakta görebileceğiniz lezzetli bir atıştırmalık. Yemeğimizi ve tatlımızı yedikten sonra son günümüz için enerji toplayalım diye otelimize döndük. Tüm gün boyunca Tuna açık havada geziyor olmaktan ve farklı yüzler görmekten o kadar mutluydu ki biz şehri gezerken o çocuk arabasında biraz uyudu biraz etrafı inceledi, bizimle beraber yemek yedi ve huzurlu bire şekilde günü tamamladı.
Son gün geldi çattı ve biz valizlerimizi hazırlayıp kahvaltımızı yaptıktan sonra koyulduk yine yola. Son gün rotamızda Prag Kalesi vardı. 3 saatte gezeriz sanmıştık ancak sadece yarısını gezebildik 🙂 Kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Kaleye ulaşmak için eski saray hanedanının izlediği güzergahtan geçiyorsunuz. ilk geçmeniz gereken “Charles Köprüsü” daha sonra şehrin içine giriyorsunuz ve yukarı doğru tırmanmaya başlıyorsunuz. Kale dünyanın en büyük kalelerinden biri olma özelliğine sahip. Kaleye varmak için yürüdüğünüz yoldaki ihtişam nasıl noktalanacağı konusunda merak uyandırıyor insanda. Kaleyi gezmek için ufak bir ücret karşılığında bir kaç mekanı kapsayan bilet alıyorsunuz. Kapısından girince karşınıza küçük bir meydan çıkıyor ve sonrasında muhteşem “Saint Vitus Kilisesi”. Kiliseyi hızlıca dolaşmak mantıklı oluyor çünkü her yer mermer olduğu için dışarının sıcaklığından daha soğuk. Daha sonra kalenin içinde farklı kiliseleri, bahçeleri geziyorsunuz. Yol sizi hizmetkarların yaşadığı evlerin olduğu “Altın Yol’a” çıkartıyor. Evlerin içini gezdikten sonra bizim zamanımız dolduğu için kocaman bir bahçenin içinden ana yola bağlanıp otelimize döndük.
Doyasıya gezdiğimiz bir seyahat oldu ama tekrar gitmek için de gezilmedik bir kaç önemli yer bıraktık. Tuna ile birlikte gittiğimiz için de ne kadar doğru bir karar verdiğimizi bir kez daha anlamış olduk. O da bizimle birlikte heyecanla gezdi…
Herkese bol bol gezeceği, eğleneceği ve güzel anılar edineceği seyahatler dilerim…
Dilara
Leave a comment