Beden dili yaklaşık 10-15 senedir ilgi alanıma giren bir konu. Zaman zaman güncel ne gibi bilgiler yayınlanıyor diye yakın takibe alıyorum. Bu aralar yine radarıma girdi 🙂

20. yüzyıl öncesi beden dilinin teknik olarak incelenmesine belki en önemli katkısı olan Charles Darwin’in 1872 yılında yayınlamış olduğu “İnsanlarda ve Hayvanlarda Duyguların İfade Edilmesi kitabı. O zamandan bu zamana araştırmacılar toplam 1 milyondan fazla sözel olmayan hareket ve işaret kaydetmişler. Uzmanlara göre iletişimdeki enstrümanların etkileme oranlarında sözcüklerin yaklaşık %5, ses tonunun %30 ve beden dilinin %65 ağırlığının olduğunu ifade ediyorlar.  Sezgilerim çok kuvvetli veya algılama yeteneğim muhteşem olarak yorumladığımız hareketler aslında karşıdaki kişinin beden dilini okuma yeteneğimizin kuvvetli olduğunu gösteren bulgular. Araştırmalar ayrıca gösteriyor ki kadınların küçük ayrıntıları fark eden bir göze sahip olmalarına ek olarak sözel olmayan işaretleri yakalamak ve çözmek konusunda da doğuştan gelen bir yetenekleri var.

İletişimde kullanılan çok temel davranışların çoğunun dünyanın her yerinde aynı olduğunu biliriz. Örneğin, mutluyken gülümseriz, üzgün veya kızgınken kaşlarımızı çatarız, onaylarken kafamızı sallarız, hayır derken kafamızı iki yana doğru sallarız (bu davranış doğuştan gelen bir davranış olarak bile yorumlanıyor. Bebekler emerken süte doyduktan sonra kafalarını sağa ve sola çevirerek istemediklerini belirtirler)

Peki ben bu konuyu neden yazıyorum? Beden diline ilgi duymanın bana ne gibi faydası var? Öncelikli olarak iş hayatında inanılmaz bir farkındalık yarattığını söyleyebilirim. Tuna doğduktan sonra ise onu anlamamda bana inanılmaz faydası oldu. Her insan istem dışı beden dili ile mutlaka gerçek düşüncesini karşıdakine bir şekilde anlatıyor.

İş hayatında bazı örnekler vermem gerekirse; fazla katılımcısı olan bir toplantıdasınız ve toplantıyı koordine eden kişi bir konuda katılımcıları bilgilendirip kendi yaklaşımının doğru olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Hepimiz sanırım böyle bir ortamla baş başa kalmışızdır. Katılımcılardan biri kolarını göğüs hizasında kavuşturarak oturuyor, bu mesajınızın ona geçmediğinin bir göstergesi. Gelen mesaja karşılık kendini savunmaya almış, bir kaç cümle kurduktan sonra kollarını açmıyorsa ikna etmeniz zor. Bir diğer katılımcı sizi başı ile onaylıyor ancak göz kontağı kurmuyor, bu davranışı ile aslında sizi onaylamadığını gösteriyor. Başka bir katılımcı ayaklarını makas şekline getirerek oturuyor, bu davranışı ile kendini korumaya aldığı mesajını veriyor.  Bu davranışlar o kadar çok çoğaltılabilir ki ama önemli olan bu mesajları doğru okuyup konuyu profesyonel bir şekilde yönetebilmek. Peki mesajı veren taraf biz olunca nasıl bir manzara ortaya çıkıyor? Sunum yaptığımızı var sayalım, konumuzu savunurken, yüz bölgemiz ile oynuyorsak, veya istemsiz kızarıyorsak, gözlerimizi kaçırıyorsak, herhangi bir aksesuarımız ile oynuyorsak (kalem, kolye, küpe, yüzük, pointer…), ellerimizi çok fazla sağa sola oynatıyorsak konunun hakimiyetini kaybettiğimizin sinyallerini veriyoruz demektir ve dinleyici koltuğunda oturan kişiler beden dilini doğru yorumlayıp kendi benden dillerini iyi kullanırlarsa ve sizin görüşünüzden farklı bir görüşü savunuyorlarsa geçmiş olsun diyebiliriz. Toplantıdan oldukça fazla strese maruz kalmış ve istediğiniz sonucu alamamış olarak çıkabilirsiniz.

Beden dilini kimler iyi yönetir? Üst düzey şirket yöneticilerinden siyasetçilere, akademisyenlerden medya önüne çıkan önemli isimlere kadar aslında bir çok kişi beden dilini iyi yönetebilir. Üniversiteden mezun olmadan önce bazı politikacıların beden dili kullanımlarını incelemiştim. George Bush beden dilini iyi yönetebilen liderlerden biri, keza Obama da aynı şekilde. Tabi bu isimler bu konuda özellikle eğitim alıyorlar. Beden dilini çok iyi yöneten biri bile olsanız  bedeniniz mutlaka bir sinyal veriyor. Elinize, kolunuza, ayağınıza hakim oluyorsunuz ama gözlere hakim olmak çok kolay değil ve zaten genelde gözlerden mesajın doğru olup olmadığını anlayabiliyorsunuz.

İş hayatının dışında kendi özel yaşantımda da çok faydasını gördüm beden dilinin, özellikle Tuna doğduktan sonra. Acıktı mı, susadı mı, doydu mu, uykusu mu geldi, oyun mu oynamak istiyor, dışarı mı çıkmak istiyor bütün vermek istediği mesajları beden dili ile veriyor çok net olarak. Yazımın başında bu konunun tekrar radarıma girdiğini belirtmiştim. Bu dönemde olması Tuna sayesinde oldu açıkçası. Onu daha iyi anladığımı ve ihtiyaçlarına cevap verdiğimi gördükçe konuyu daha çok incelemem gerektiğine karar verdim ve aslında konunun doğuştan gelen ve psikoloji ile direk alakalı olduğunu anlamama sebep oldu.

Çocuklarımızın karekterlerinin %70’inin ilk 3 yaş aralığında tamamlandığını düşünürsek bu konunun öneminin bir kez daha altını çizmiş oluruz. Bize verdikleri mesajları ne kadar doğru algılarsak onlara vereceğimiz cevaplar o kadar net olacaktır.

Sevgilermle

Dilara