Şubat ayında sosyal medya üzerinden başlayan bir aktiviteye katıldım. Arkadaşlarımdan biri duvarında kendi sosyal medya ağında yer alan bir arkadaşı için Kitap bağışı istiyordu. İşin özü tanımadığın birine 1 kitap gönderiyorsun ve sonrasında aynı içeriği sen kendi sosyal medya hesabında paylaşıyorsun ve katılmak isteyen arkadaşlarının ağında bulunan kişiler (evet diyen kişiler) sana kitap göndermeye başlıyor. Son dönemde iyi ki katılmışım dediğim muhteşem bir etkinlik oldu. Şu anda kütüphanemde 12 tane yeni kitap var, kısacası mini bir kütüphanem oldu. Kitapları tek tek okumaya başladım bile…
Açıkçası şanslı olduğumu söylemeliyim, çünkü gelen kitapların hiç birini okumamıştım ve hatta alacağım kitaplar listemde olan kitaplar bile geldi. Nasıl kitaplar mı var? Neler yok ki 🙂 Paulo Coelho’nun Casus’u, Judith Malika Liberman’ın Masal Terapi’si, Livaneli’nin Huzursuzluk kitabı, Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u, John Verdon’un Kurt Gölü, Joan Didion’un Mavi Geceler kitabına kadar birbirinden farklı muhteşem kitaplar. Bu kitapların arasında 1 günde yarıladığım ve beni oldukça etkileyen Mavi Geceler Kitabı oldu. Henüz kitabı bitirmedim ama gerçek bir yaşam hikayesi ve iç hesaplaşma bu kadar samimi bir şekilde anlatılabilir.
Ben kitap okurken beğendiğim satırların altını çizerim ve bir süre sonra tekrar döner o satırları okurum. Bu kitapta altını bir kaç kez çizdiğim bir kaç cümle var, hatta öğrendiğim ve şaşırdığım cümleler bile var. Örneğin BORDERLINE kelimesinin ne anlama geldiğini artık net olarak biliyorum. Bazı insanlar için kullandığım bir kelime idi ama artık sık kullanmam kanımca. Borderline kişilik bozukluğu olarak tanımlanıyor. Bu teşhisin konduğu hastalar, teşhisi koymaya çalışan doktorların kafasını karıştıran, psikoterapistleri hüsrana uğratan, karmaşık kişilik özelliklerinin bir bölümü, güçlü ve zayıf yönlerin bir karışımıdır. Yani bu kişiler bir gün son derece sevimli, sakin, anlayışlı iken bir sonraki gün son derece dengesiz ve hatta intihara kadar uzanabilecek bir ruh hali içinde olabiliyorlar. Böyle insanlarla gerçekten tanıştım ve anlayabilmek gerçekten mümkün değil, bir de çalışmak zorunda olduğunuzu düşünün, hayat enerjinizi emer bu insanlar… Aman dikkat eğer bir şüphe duyarsanız acaba mı diye arkanıza bakmadan kaçın oradan…
Benim asıl altını çizmek istediğim konu ölümsüzlük. Yazarın ölümsüzlükle ilgili yazdığı harika bir cümle var. “Ölümsüzlükten söz ettiğimizde Çocuklarımızdan söz ederiz”. Bu cümleyi defalarca okudum, sindirmek için, hayatı daha anlamlandırmak için okudum da okudum. Napoleon’un bile çocuklar ile ilgili bir sözü var bana enteresan gelen, İnsanın çocuk sahibi olmadan ölmesi korkunç bir şey demiş kendisi. Buna benzer bir çok düşünürün, liderin çocuklar üzerine söylediği birbirinden anlamlı sözler var. Çocuklar, sonsuzluk, süreklilik, gelecek, mutluluk demek kimimiz için, bazılarımız için korku, endişe demek ama içlerinden en beğendiğim ölümsüzlük oldu. Çoğu insan ölümü günlük koşuşturmacası içinde o kadar az aklına getiriyor ki. Hiç ölmeyecek gibi yaşıyoruz. Bize olmazmış gibi yaşıyoruz. Ama aslında bugün uyuduğumuzda yarın uyanacağımızın bir garantisi yok. Yolda yürürken, yemek yerken, film izlerken, su içerken, arkadaşımızla konuşurken, araba kullanırken ve daha nice şeyler yaparken başımıza ne geleceğini bilmiyoruz ve işin en acısı farkında bile değiliz. Ne zaman bir yakınımızı kaybediyoruz ölümü hissediyoruz, bana da olabilir diye düşünüyoruz ve tercihlerimizi bir müddet ona göre şekillendiriyoruz. Ölümsüzmüşüz gibi yaşıyoruz, çocuklarımızı o şekilde eğitiyoruz. Evet çocuk sahibi olmakla belki ölümsüzleşiyoruz ama yarın öleceğimizi bilsek dünü aynı şekilde mi yaşardık? Her şey tercihlerimizle alakalı. Farkında olup ona göre tercih etmeliyiz ve er yada geç öleceğimiz gerçeği ile yaşamalıyız. Çocuklarımızı iyi eğitmeliyiz, zaman ayırmalıyız, keşke dememeliyiz, unutmamalıyız onlar bizim ölümsüzlüğümüz…
Sevgilerimle,
Dilara
Leave a comment